Bugün, dünyanın pek çok yerinde çeşitli etkinliklerle kutlanan Dünya Yerelleştirme Günü. Bu özel gün, doğa ile uyumlu ekonomiler, sağlıklı yerel gıda sistemleri ve topluluk temelli yaşam biçimlerinin önemine işaret ediyor. Ancak Türkiye, bu evrensel kutlama ruhunun tersine, ekonomik ve politik faaliyetleri merkezileştirerek, demokratik yerinden yönetim ilkelerinden uzaklaşıyor.

İktisatçı Mustafa Durmuş, konuyla ilgili yayımladığı yazısında, yerelleştirmenin yalnızca ekonomik bir strateji değil; aynı zamanda büyük sermaye egemenliğine, endüstriyel tarıma, küresel tedarik zincirlerine ve otoriter siyasal yapılara karşı etkili bir toplumsal direniş biçimi olduğunu ifade ediyor. Durmuş’a göre, “küçük olan güzeldir” mottosuyla 1970’lerden beri savunulan yerelleştirme fikri, bugünkü kriz çağında yeniden yaşamsal hale gelmiştir.

Yazının tamamı şu şekilde:

Bugün “Dünya Yerelleştirme Günü (bazılarının tercih ettiği söylemle Dünya Yerelleşme Günü)”. Bugün vesilesiyle yerelleştirme faaliyetleri, her yıl bu ay boyunca dünyanın birçok ülkesinde çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Bu etkinliklerde dünyanın her yerinden insanlar yerelleştirmenin önemini ve gücünü keşfetmek, doğa ile uyumlu ekonomileri, gelişen toplulukları ve sağlıklı yerel gıda sistemlerini destekleyen eski ve yeni birçok girişimi tanıtmak için bir araya geliyor.

Küreselin karşısına yereli dikmek 

Yerelleştirmenin önemi konusunda aktör, yazar ve kamucu düşünce öncülerinden biri olan Russell Brand şöyle diyor: “Ekonomileri ve toplulukları küresel yerine yerel olarak ele aldığımızda hayatımızın işleyişi üzerinde gerçek bir güç kullanma şansımız olur.” Keza gazeteci, yazar, film yapımcısı ve aktivist Naomi Klein yerelleştirme ve çok uluslu sermaye şirketleri ilişkisini şöyle özetliyor: “Yerel gıda ekonomileri sağlığımızı ve bir bütün olarak gezegenin sağlığını eski haline getirmek için gereklidir ancak bunları inşa etmek için haklarımızı küresel şirketlerden geri almalıyız. (1)

“Küçük olan güzeldir!” 

1973 yılında E. Schumacher adlı bir ekonomist “Küçük Güzeldir” adında, çeşitli makalelerinden oluşan bir derleme kitabıyla yerelleştirme fikrini popüler hale getirdi. 1970’li yılların başlarından itibaren kapitalist sistemde enerji, çevre, sosyal ve ekonomik krizlerin üst üste gelmesi bu kitapta yer alan fikirlerin giderek ana akım içinde de taraftar bulmasıyla sonuçlandı. Bu kitabında Schumacher, üreticiler ile tüketiciler, işçiler ile patronlar arasındaki ekonomik işlemlerde yerel ilişkilerin ön plana çıkartılmasının hem ekonomik hem de sosyal refah yaratarak toplulukları güçlendirebileceğini öne sürüyor. Yazarın bu kitabı, topluluk refahını artırmaya dönük ve kâr amacı gütmeyen kamu hastaneleri, eğitim kurumları, itfaiye ve kolluk hizmetlerinin ancak yerelleştirilme yapılarak en maliyet/ etkin ve adil biçimde sunulabileceği fikrinin giderek baskın hale gelmesini sağladı. (2)

Hodge: Yerelleştirme maliyet etkin bir süreçtir 

Yerelleştirme fikriyatını ve hareketini anlatırken yazar ve film yapımcısı Helena Norberg-Hodge’ye ayrı bir sayfa açmak gerekiyor. Yazar 40 yıldır bu konunda yazıyor, dünya çapında halka açık konferanslar veriyor. Kendisi küresel ekonomideki gelişmelerin yerel topluluklar, yerel ekonomiler ve kimlikler üzerindeki etkisi konusunda araştırmalar yapan saygın bir analist ve bu etkilere karşı koymanın bir yolu olarak geliştirilen “yerelleştirme” fikrinin ve hareketinin önde gelen savunucularından birisi. Yazar konu ile ilgili olarak hazırladığı bir kitapçıkta yerelleştirmeyi şöyle tanımlıyor: “Yerelleştirme, hâlihazırda dev ulus ötesi şirketler ve bankaların lehine olan finansal ve diğer desteklerin kaldırılması ve üretimin asıl olarak yerel ihtiyaçların karşılanması için yapılması ve ihracat pazarlarına olan bağımlılığın azaltılmasıdır”. (3)

Ona göre, “yerelleştirme, toplulukların, bölgelerin ve ulusların kendi işleri üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmalarını sağlayan bir ekonomik süreçtir. Ancak bu her topluluğu tamamen kendine güvenmeye teşvik etmek anlamına gelmez, aslında mümkün olan her yerde üreticiler ve tüketiciler arasındaki mesafeyi kısaltmak ve yerel pazarlar ile tekellerin hâkim olduğu bir küresel pazar arasında daha sağlıklı bir denge kurmak anlamına gelir. Yerelleştirme, soğuk iklimlerdeki insanların portakal veya avokadodan mahrum bırakılacağı anlamına da gelmez. Ancak buğday, pirinç veya sütlerini- kısacası temel gıda ihtiyaçlarını- elli millik bir yarıçap içinde üretilebildiklerinde, binlerce mil seyahat etmek zorunda kalmayacakları anlamına gelir. Yerelleştirmeye yönelik adımlar hem topluluklar hem de ulusal düzeyde ekonomileri güçlendirip çeşitlendirirken gereksiz nakliye masrafını azaltır”. (4)

Kısaca, yerelleştirme sadece kapitalist büyük sermaye düzeninin ve onun tüketici monokültürünün derin ve geniş bir eleştirisi değil, aynı zamanda ona karşı gerçek alternatifler ve kalıcı çözümler sunan gezegen çapında bir harekettir.

Yerelleştirme “yalıtılmak” değildir 

Hodge yerelleştirmeyi katı bir reçete olarak değil, aksine ekonomik faaliyetleri değişik yerlere ve insanlara uyarlama süreci, “ekonomiyi eve getirmek” süreci olarak tanımlıyor. Yani yerelleştirme, yalıtılma (izolasyon) anlamına gelmiyor. Aslında, küreselleşmeden yerelleştirici ekonomik faaliyetlere geçebilmek uluslararası iş birliğini gerektiriyor. Çünkü küresel bankaların ve şirketlerin kârlarını koruyan serbest ticaret anlaşmalarından ziyade doğayı korumak için bağlayıcı anlaşmalara ihtiyaç var. Tabanda, topluluklar arasında, ulus devletler içinde ve uluslararası düzeyde olmak üzere her düzeyde acilen bilgi paylaşımı ve iş birliği gerekiyor.

Yerelleştirmenin faydaları ekonomik faydalarının çok ötesine geçiyor. Öyle ki yerelleştirme hem küresel Kuzey hem de Güney’de yerel ekonomiler yaratarak; yalnızca daha fazla güvenli gıda tedariki, iş ve istihdam güvenliği, refah ve gelir eşitliği sağlamakla kalmıyor aynı zamanda psikolojik ve fiziksel olarak bireyin ve toplulukların sağlığını güçlendiriyor. İnsanların birbirleriyle, topluluklarıyla, etrafındaki canlı dünyayla olan bağlantılarını yeniliyor, güvenli bir geleceğe olan özlemlerini gideriyor. Yani yerelleştirme, insanların birbirleriyle olan dayanışma ilişkisini ve birbirine olan güven duygusunu esas aldığından, insan psikolojisini olumlu etkiliyor, bu da insanların daha mutlu olmasıyla sonuçlanıyor. Bu yüzden de Hodge yerelleştirmeyi “mutluluğun ekonomisi” olarak tanımlıyor. (5)

Yerelleştirme hareketi köylü hareketi ile el ele 

Yerelleştirme hareketini, gıda güvenliği ve egemenliği ve köylü hakları savunuculuğu hareketleriyle birlikte ele almak gerekiyor. Çünkü bu birliktelik küresel tekno-kapitalist “ilerleme” hegemonyasına meydan okuyan ve çeşitli, yerele dayalı, yaşamı onaylayan gelecekler için çalışan sayısız, yerel tabanlı grubun mozaiğini oluşturuyor. Dünyanın en büyük toplumsal hareketi olan La Via Campesina, böyle bir mozaiğin merkezinde yer alıyor. Bu hareket köylüyü “toprakla doğrudan ve özel bir ilişkisi olan toprak insanı” olarak yeniden tanımlıyor ve dünya çapında 2,5 milyardan fazla topraksız işçi, yerli halk, çoban, balıkçı, göçmen çiftlik işçisi ve çiftçiden oluşan parçalanmış gıda ağını ortak bir bayrak altında birleştiriyor. (6)

Yerelleştirme küresel endüstriyel gıda sisteminin panzehri olabilir 

Bu mücadele aynı zamanda, küresel endüstriyel gıda/besin zincirine ve küresel kapitalizmin güçlerine karşı radikal, maddi ve ideolojik bir direnişi temsil ediyor. Özellikle Covid-19 Salgını ve Rusya-Ukrayna savaşının ardından aksamaya uğrayan “küresel gıda zinciri” söz konusu olduğunda, aklımıza sadece milyonlarca ton gıda maddesini gemilerle, uçaklarla, kamyonlarla ve trenlerle taşıyarak her öğünü tabaklarımıza ulaştıran, kıtalara yayılan ayrıntılı ve karmaşık bir tedarik zinciri geliyor. Ancak bu baskın endüstriyel gıda zinciri birçok gıda sisteminden sadece biri. Öyle ki bize anlatılan hikâyelerin aksine, bu küresel endüstriyel gıda zinciri aslında dünyanın çoğunluğunu beslemiyor.

Küresel endüstriyel gıda sisteminin nasıl oluştuğuna baktığımızda, uzun ve şiddetli bir sömürgecilik tarihini, doğal kaynak ve emek sömürüsü ile desteklenen üretim, işleme, perakende satış, nakliye ve dağıtımı görürüz. Tüm bu parçalar, yalnızca bir avuç çok uluslu şirketin mülkiyetinde ve kontrolünde. Bu sistem fosil yakıt enerjisinin yüzde 90’ını ve suyun yüzde 80’ini kullanarak dünyadaki tarım arazilerinin yüzde 75’inden fazlasında faaliyet gösterirken, dünya nüfusunun sadece yüzde 30’unu besliyor. (7)

“Yerel köylü gıda ağı sistemleri” 

Diğer taraftan, böyle bir devasa sisteme hem maddi hem de ideolojik olarak karşı durabilecek küresel çapta 2,5 milyardan fazla küçük ölçekli çiftçi, köylü, balıkçı, çoban ve yerli halktan oluşan karmaşık ağlar içinde sayısız küçük sistem var. Bugün “köylü gıda ağı” olarak da adlandırılan bu sistem, topluluklar nüfusunun yüzde 70’ini beslemek için dünyanın tarım arazilerinin yalnızca yüzde 25’inin üzerinde faaliyet gösteriyor.

Bu iki sistem birbirine zıt sistemler. Öyle ki küresel endüstriyel gıda sistemi kâr ve verimliliğin maksimize edilmesini amaçlıyor ve bu yolda merkeziyetçi, hegemonik, antidemokratik tek kültürlü ve tek tip bir değer sisteminin devreye sokuyor. Buna karşılık köylü gıda sistemi yerelleştirmeyi, toplulukların ihtiyaçlarını, küçük üretimi, yerel toplulukların zengin kültürel uygulamalarını ve demokratik işleyişi esas alıyor ve daha çok doğa ve insan odaklı hareket ediyor. Keza küresel endüstriyel gıda sistemi topluluklara boyun eğdirmenin peşinde iken, köylü gıda ağı sistemi insanın ve toplulukların bağımsızlaşmasını ve güçlenmesini hedefliyor.

Yerelleştirme karar almanın yerelleşmesi ile birlikte yürür 

Covid-19 Salgını ve ülkemizde yaşanan 6 Şubat Depremi sırasında merkezi otoritenin gösterdiği beceriksizlikler sonrasında kabaran sosyoekonomik fatura, merkezileşmeye gereğinden fazla güç vermenin ne denli sakıncalı olduğunu gösterdi. Bu yüzden de artık gelecekteki salgınlarla, ekonomik krizlerle ve iklim değişiklikleriyle çok daha etkili yol ve yöntemlerle mücadele edebilecek yönetimlere ihtiyaç var.

Bu açıdan ideal olan, karar alma ağırlığının yerel yönetimlerde olduğu bir karma modelin uygulanmasıdır. Çünkü benzer kimliklerden oluşan yerel bölgelerin sorunları da birbirine benziyor. Bu birimler çok daha büyük sosyal ve politik dayanışma gösteriyor, bu da çözümün çok daha etkin bir biçimde hayata geçirilmesini sağlıyor. Ayrıca otoriterleşmeyi önlemenin en etkin yolu karar almayı merkezden yerele doğru taşımaktır.

Anti-otoriter çözümler hiç olmadığı kadar önemli hale geldi 

Şu an içinde bulunduğumuz politik, jeopolitik ve ekonomik koşulları dikkate aldığımızda, yerelleştirme ülke insanının özgürleşmesi ve ülkenin bütüncül sosyoekonomik kalkınması için çok büyük bir öneme sahiptir.

Öncelikle, burnumuzun dibinde devam eden İsrail-İran savaşı ve Rusya-Ukrayna savaşının olumsuz etkilerinden ülkenin daha da otoriterleşerek kurtulabilmesi mümkün değil. Bu bağlamda, “İç Cephe Tahkimatı” ve “Dış Tehdit İsrail” propagandası üzerine kurulan AKP-MHP İktidar Blokunun stratejisi ülkeyi daha da otoriter bir rejime sürüklerken, toplumsal çöküşü de hızlandırabilecektir.

“Dış Tehdit İsrail”, aslında Davutoğlu’nun sıklıkla kullandığı bir Neo-Osmanlıcı tez olan “Stratejik Derinlik” tezinin geldiği nokta. Bugün İran’dan sonra İsrail’in Türkiye’ye saldıracağı ileri sürülüyor. İsrail’in Türkiye’ye saldırması gerçekçi bir güvenlik tehdidi olmamakla birlikte İran-İsrail savaşının doğurduğu bölgesel istikrarsızlığın, Türkiye’ye dolaylı biçimlerde sirayet etmesi mümkün. Ne var ki, İktidar Bloku bu dolaylı riski Türkiye’nin dış politikasındaki çelişkileri örtmek ve iç siyasetteki otoriter konsolidasyon stratejilerini derinleştirmek için bir araç olarak kullanıyor.

“İç Cepheyi Tahkim” ise bu tarzı siyasetin kod adı. Mantığı gereği “iç cephe” terimi, yurttaşların siyasal farklılıklarını askıya alarak rejimin savaş stratejilerine eksiksiz ve sorgusuz uyum göstermesini ima ediyor. Bu zihniyete teslim olunduğunda zaten alanı son derece daraltılmış olan demokratik muhalefet lüks, hatta tehdit gibi gösterilmeye başlamaz mı? Türkiye gibi militarist hafızası güçlü toplumlarda, bu tür kavramlar sivil alanın militarizasyonunun yolunu döşemez mi? Cumhur İttifakı altında bu kez muhalefeti de burgacına alarak daha çok “sivil irade” ve “milli birlik” kılıfıyla ama aynı baskı mekanizmalarının daha karmaşık ve manipülatif biçimde uygulanmasına hizmet ediyor: Vatan tehlike altındayken, sınıf mücadeleleri, ezenler ve ezilenler arasındaki mücadeleler önemsizleşir”. (8)

Bu stratejinin asıl amacını göremeyen ve pragmatizm altında buna destek verebilecek siyasal hareketler (bu destek ülkedeki otoriterliği pekiştirmeye yarayacağından), başta kendi kitleleri olmak üzere tüm ülke halklarında hayal kırıklığı yaratmaktan öteye geçemezler.

Sonuç olarak 

Otoriterleşmenin panzehri, yerinden demokrasi, demokratik komünalizm, özyönetim gibi tezlere geri dönmektir. Öncelikli olarak çoğulcu, yerinden demokrasiyi aşağıdan yukarıya, halkın ve işçi sınıfının gücüne dayanarak inşa etmek gerekiyor. Böyle bir demokratikleşmenin en önemli ayaklarından biri her türden karar alma mekanizmasını yerele doğru kaydıran yerelleştirmedir. Bu hem politik hem de ekonomik kararlar için geçerli bir durumdur. Böyle bir yerelleştirme daha fazla otoriterleşmenin önünü kesebilecek ve barış ve demokrasi hareketini koruyabilme gücüne sahip yapısal bir direnci örebilecek önemli bir araç olarak işlev görebilir.

Yerel örgütlenmeler, dirençli ağlar kurarak, yerel düzeyde örgütlenerek, demokratik kurumları destekleyerek ve amaç birliğini koruyarak, otoriter eğilimlere karşı bir güç olarak hizmet edebilir. (9) Bu nedenle yerelleştirmenin stratejik bir hedef haline getirilmesi gerekir.  Nitekim yerel örgütlenmeler ve yerel güçler (büyük sermaye ile hemhal olan siyasal iktidar için ciddi bir risk oluşturduğundan), bugünlerde İktidar Bloku tarafından gündeme getirilen yeni bir yerel yönetimler yasası ile etkisiz hale getirilmeye çalışılıyor. Bu tür antidemokratik girişimleri boşa çıkarmak demokratikleşme ve barışın inşası açısından son derece önemlidir.

Yerelleştirme, özellikle kırsal ekonomileri canlandırarak sadece ucuz ve güvenli gıdaya erişim (dolayısıyla da yoksulluk ve açlık) sorununu çözmekle kalmaz, aynı zamanda kırdan kente göçün önünü açan sistemik baskıları da azaltarak köylüleri ve yerli toplulukları koruyabilir. Bu şekilde kentlerde işsizliğin artmasına engel olarak işçi sınıfının gücünün zayıflamasını önleyebilir. Aynı zamanda, küresel tarım işletmelerinin, büyük sermayenin güdümündeki teknolojilerin ve finans kapitalin insanların hayatlarına, geçim kaynaklarına ve kültürlerine yönelik saldırılarını durdurabilir.

Oysa Türkiye çok daha farklı gündemlerle meşgul ediliyor. Yerelleştirmenin ve yereli güçlendirmenin tam aksine, siyasette olduğu gibi ekonomik faaliyetlerin de merkezileştirildiği, tek elden yönetildiği, bu yüzden de en son zeytinliklerin tahrip edilmesine yol açan yasa ile başta tarım olmak üzere birçok alanın yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğumuz zor bir süreçten geçiyoruz.

Gücün tek bir elde toplandığı mevcut otoriter rejimin ülkeyi tam bir çöküşe sürüklediğine tanık oluyoruz. Ancak bunun sorumlularının bu hatadan dönmek gibi bir niyetleri olmadığı gibi, iktidarda kalabilmek için bölgede yaşanan savaşları da kullanmak istedikleri gibi barışı da araçsallaştırmak istediklerini söylemek abartı olmayacaktır.

Bu ülkede barış da demokratikleşme de bunlara şiddetle karşı çıkanlara rağmen hala inşa edilebilir, edilmelidir. Bunun bilincinde olarak barış ve demokratikleşme mücadelesini sonuna kadar sürdürmek gerekiyor ama,” aklımızda” diyerek.

Anahtar sözcükler: Demokrasi, Dış Tehdit İsrail, Gıda güvenliği, Helena Norberg-Hodge, İç Cephe Tahkimatı, Neo-Osmanlıcılık, Otoriterlik, Savaş, Yerelleştirme.

Dip notlar: 

https://www.localfutures.org/world-localization-day (20 Haziran 2023).

Small Is Beautiful: A Study of Economics As If People Mattered,  https://en.wikipedia.org/wiki/Small_Is_Beautiful (20 Haziran 2023).

Helena Norberg-Hodge,  “Localization: Essential steps to an economics of happiness”, www.localfutures.org, 2016. s. 28. (21 Haziran 2025).

Agm, s. 50

https://www.localfutures.org/unpacking-the-word-peasant (18 April 2023).

Agm.

Raghuram G. Rajan, “Which Post-Pandemic Government?”, https://www.project-syndicate.org (22 May 2020).

Ertuğrul Kürkçü, “Vatan tehlikede mi?”, yeniyasamgazetesi9.com (19 Haziran 2025).

https://protectdemocracy.org/how-to-protect-democracy (10 Haziran 2025).

 HABER MERKEZİ



Source link