Gülşah Deniz Atalar*

Tatil bir lüks değil, haktır: Bu cennet vatanı vatandaşlarımız da görmeli

Yaz mevsiminin ortasında Türkiye’de milyonlarca insan için tatil hâlâ bir hayal. Kimileri çoktan tatilini yaptı, kimileri hâlâ çalışıyor, büyük çoğunluk ise denizi sadece ekranlardan izledi. Oysa bu ülke hepimizin. Bu ülke yalnızca yabancı turistler için değil, yurttaşları için de eşsiz: Dağları, denizleri, kültürel mirası, termalleri ve yaylalarıyla dört mevsim ayrı bir güzellik sunuyor.

Ancak üç tarafı denizlerle çevrili bu cennet vatanda yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu bir kez bile denize gidemeden, bir ören yeri gezemeden, bir kültürel miras alanını görmeden yaşamını sürdürüyor. TÜİK verilerine göre 2024 yılında nüfusun yüzde 57,5’i bir haftalık tatil masrafını karşılayamıyor. Eurostat verilerine göre ise Türkiye’de çocuklu hanelerin yüzde 60,3’ü evden uzakta geçirecekleri bir haftalık tatilin parasını karşılayamayacak durumda.

Bu tablo, sadece ekonomik krizle açıklanamayacak kadar derin; aynı zamanda turizmi “sadece gelir” odağıyla planlayan, yurttaşların erişilebilirliğini ve eşitliğini göz ardı eden politikaların da acı bir sonucudur.

Türkiye’nin güzellikleri yalnızca Instagram’da kalmamalı

Tatil hakkı sadece dinlenme imkânı sunmakla kalmaz; aynı zamanda bireyin gelişimi, mutluluğu, sosyalleşmesi ve ülkesiyle bağ kurması için de gereklidir. Bu nedenle sosyal devletin temel görevlerinden biri, yurttaşlarına bu hakkı erişilebilir kılmaktır. Ancak Türkiye’de izlenen ekonomi politikaları ve turizm tercihleri, tatil hakkını yalnızca belirli kesimlerin ayrıcalığı hâline getirmiştir.

Bugün Türkiye’de turizm politikaları, döviz bazlı gelir artışını hedefleyerek yalnızca yabancı turistleri merkeze alıyor. Oteller, işletmeler ve hizmetler, her şey dövizle harcama yapacak turistlere göre tasarlanıyor. Yerli turist ise fiyat rekabetinde geri kalıyor, sezon dışına itiliyor ya da tamamen dışlanıyor. Kapadokya’da balona binmek, Ege’de denize girmek veya Nemrut’ta gün doğumunu izlemek artık hayal bile edilemeyen bir lüks hâline gelmiş durumda.

Bölgesel eşitsizlik derinleşiyor

Yerli turistin dışlanmasının bir diğer sonucu, bölgesel eşitsizliklerin derinleşmesidir. Kıyı bölgelerinde turizm gelirleri artarken iç kesimlerdeki yerel ekonomiler geride kalıyor. Kamu yatırımları da benzer şekilde yalnızca belirli bölgelere odaklanıyor. Oysa sosyal devlet, yalnızca kazanç getiren merkezlerin değil, tüm yurttaşlarının yaşam kalitesinin de gözetilmesini sağlar. Anadolu’nun dört bir yanındaki doğa, tarih ve kültür hazineleri ise sürdürülebilir ve adil bir yaklaşımla değerlendirilmelidir.

Yorulmuş personelle kaliteli turizm mümkün mü?

Ancak bu eşitsizlik yalnızca tatil yapamayan yurttaşlarla sınırlı değil; tatil sektöründe çalışan milyonlarca emekçi de bu tablodan doğrudan etkileniyor. Temmuz ayında TBMM’den geçen yasayla turizm emekçilerinin haftalık 24 saat kesintisiz dinlenme hakkı artık yalnızca “talep ederlerse ve mümkünse” kullanılabilecek hale getirildi. Kâğıt üzerinde “esneklik” olarak sunulan bu düzenleme, pratikte çalışanların haftalarca dinlenmeden, aralıksız çalışması anlamına geliyor.

Oysa bu hak, Anayasa’nın 50. maddesi; İş Kanunu’nun 46. maddesi; Türkiye’nin taraf olduğu ILO’nun 14 ve 106 sayılı sözleşmeleri ile AB’in 2003/88/EC sayılı Çalışma Süreleri Direktifi ile güvence altındadır. Mevcut uygulama ise bu hakları fiilen yok saymakta ve denetimsiz, güvencesiz, insanlık dışı bir çalışma düzenine kapı aralamaktadır.

“11 gün çalış, 1 gün dinlen” mantığıyla şekillenen sezonluk yoğunluk, sadece emekçilerin tükenmesine değil, turizm hizmetlerinin niteliğinin düşmesine de yol açacaktır. Yorulmuş, tükenmiş bir personelle sürdürülebilir turizm mümkün değildir. Bugün tatil bölgelerinde size gülümseyen bir otel çalışanı, belki de dokuz gündür hiçbir dinlenme molası vermeden çalışıyor.

Bu düzenleme, turizmi yönetmekle yükümlü bakanın aynı zamanda büyük bir otel zincirinin sahibi olması gerçeğiyle bir arada değerlendirildiğinde daha da vahim bir hal alıyor. Bakan koltuğundan yasa yapılamaz, patron masasından emekçinin kaderi yazılamaz. Bu çıkar çatışması, sosyal devlet ilkesini zedeliyor ve kamu yönetimine olan güveni sarsıyor.

Peki çözüm ne?

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak turizme sadece döviz getiren bir sektör olarak değil, sosyal bir hak, kültürel bir köprü ve toplumsal kalkınma aracı olarak yaklaşıyoruz. Turizm herkes içindir; çocuklar için, emekliler için, gençler için. Türkiye’nin dört bir yanını görebilmek, bu ülkeye aidiyet hissini güçlendiren bir yurttaşlık hakkıdır.

Bu nedenle önümüzdeki dönemde hem yerli turistin desteklenmesi hem de turizm sektöründe emeğin korunması için somut adımlar öneriyoruz. Sosyal turizm modelleri, kamu tesislerinin yeniden değerlendirilmesi ve öğrencilere ile emeklilere yönelik tatil destekleri gibi politikalarla turizmi yeniden yurttaş lehine inşa edeceğiz.

Bu yaz milyonlarca çocuk bir doğa yürüyüşü yapamayacak, denizi göremeyecek, bir tarihi alanı keşfedemeyecek. Oysa bu ülke onların ülkesidir. Bu cennet vatan, yalnızca fotoğraflardan bakılacak bir lüks değil, herkesin erişebileceği bir yaşam alanı olmalıdır.

Tatil bir lüks değil, sosyal bir haktır. Bu hakkı savunmak da hepimizin görevidir.


*Kültür ve Turizm’den Sorumlu CHP Genel Başkan Yardımcısı, ‘Gölge Kabine’de Kültür ve Turizm Gölge Bakanı



Source link