Alternatif ekonomi politikaları neden tartışılmıyor? – Özgür Orhangazi

Uzun zamandır Türkiye ekonomisi üzerine çalışmalar yapıyor, yazılar yazıyorum. Son dönemde bu çalışma ve yazıların ana odağı ekonomide süregiden sorunların yapısal neden ve sonuçları oldu. Bu alanda yazan birisine sorulanların başında “Peki çözüm ne?​” sorusu geliyor haliyle. Fakat bunu soranlar genellikle basit, hızlıca çalışacak, mucizevi bir çözüm önerisi beklentisi içerisinde oluyor. Birçok iktisatçı da zaten bu beklenti doğrultusunda hap gibi çözüm önerileri sunmaktan kaçınmıyor. “Bütçe açıkları düşürülmeli,” “Yapısal reformlar yapılmalı” gibi kulağa hoş gelen ama aslında herhangi bir içerikten yoksun bu yanıtlar çok beğeniliyor, sürekli tekrar ediliyor, ezberleniyor.

Türkiye’de iktisat alanında yapılan çalışmalara baktığımızda ise ekonominin yapısal sorunlarını ele alarak bunlara yönelik somut politika önerileri geliştiren çalışmaların oldukça az olduğunu görüyoruz. Bunun çeşitli nedenleri olduğunu düşünüyorum. Bu nedenlerden birisi, iktisat disiplininin oldukça küçük uzmanlaşma alanlarına ayrılmış olması ve genellikle iktisatçıların bu alanlardan birisine yoğunlaşarak küçük uzmanlık alanlarında analizler üretiyor olması olarak görülebilir.

Makroekonomide ise neoliberal politika çerçevesinin evrensel ve bilimsel tek doğru olduğuna dair yaygın inanış uzun zamandır hakim. Bu politika çerçevesi, “doğru” kurumlar (serbest piyasa ve özel mülkiyet), “doğru” politikalar (Serbest ticaret, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, finansal liberalleşme, deregülasyon ve özelleştirme) ve “doğru” makroekonomik çerçeve (Düşük bütçe açıkları, fiyat istikrarını hedefleyen bağımsız merkez bankaları) ile uzun vadede ekonomik büyümenin ve toplumsal refahın artacağı iddiası üzerine kurulu. Dolayısıyla, bu alanda yetişmiş iktisatçıların çözüm önerileri, bu unsurlardan sapmaları tespit etmek ve bunlara dönüşü savunmakla sınırlı kalıyor. Bir bütün olarak neoliberal makroekonomi politika çerçevesi olarak adlandırabileceğimiz bu yaklaşımın sınırlarını ve neden sonuna geldiğimizi daha önce başka bir mecrada tartışmıştım.

Üniversitelerde görev yapan iktisatçıların çoğunun bu mesele üzerine çalışmamasının bir sebebi de üzerlerindeki yoğun uluslararası yayın ve proje baskısı. Akademik hayat, uluslararası dergilerde kaç tane yayın yapıldığı, bu dergilerin atıf sıralamasındaki yeri, üniversiteye ne kadarlık proje bütçesi getirildiği gibi tamamen niceliksel, keyfî “performans” kriterlerine bağlı hale gelmiş durumda. Bu kriterler, yapılan çalışmaların niteliğini ve toplumsal önemini hiçbir şekilde dikkate almıyor. Dolayısıyla, özellikle genç akademisyenler için araştırma gündemi, atıf sıralamasında yukarılarda yer alan uluslararası dergilerin neyi beğenip yayımlayacağı ve fon sağlayıcıların ne tip araştırma projelerine destek vereceği ile belirlenir hale gelmiş durumda. İçinde yaşadığımız toplumun önemli sorunlarına kafa yormak ancak ve ancak “performans” kriterlerine göre puan getirecekse üniversitede kabul görüyor. İktisat alanında önde gelen ve çoğunluğu ABD’de ya da Batı Avrupa’da yayımlanan dergilerin ise yayın politikalarında Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları ve çözüm olasılıkları üzerine yapılacak çalışmalar bir öncelik taşımıyor.

İktisat dünyasından siyaset dünyasına geçtiğimizde karşılaştığımız tablo da pek iç açıcı değil. Son dönemde ekonomi üzerine tartışmalar sadece faiz ve döviz kurunun seviyesinin ne olması gerektiği üzerine odaklanmış durumda. İktidar, ülkenin döviz dengesini sağlamak için gerekli olan yüksek faiz politikası ile şirketlerin yatırım ve finansman ihtiyaçları için gerekli olan düşük faiz politikası arasında dönemsel ihtiyaçlara göre gidip geliyor. Yayımlanan “orta vadeli program”lar birer programdan ziyade birbiriyle tutarsız tahminlerden oluşan dilek ve temenniler listesine benziyor. Her ne kadar ekonomide bazı öncelikli alanlar belirlense de uygulanan politikalar nihayetinde herhangi bir sorunu çözemeyen vergi indirimleri, teşvikler, kredi destekleri, hibeler ve benzerleri ile sınırlı kalıyor.

Muhalefet cephesine baktığımızda da ortaya konulan somut bir politika göremiyoruz. 2023 seçimlerine gidilirken “altılı masa” tarafından önerilen ekonomi politikaları çerçevesi, Şimşek’in göreve geldikten sonra uygulayacaklarından pek farklı değildi. Ana iddia, Nebati döneminde “ekonomi biliminin evrensel ilkeleri”nden sapıldığı, “irrasyonel” politikalar uygulandığı, iktidara geldiklerinde “rasyonel” politikalara geçecekleri üzerine kurulmuştu. Buna ek olarak demokrasiye geçiş ve hukukun üstünlüğünün sağlanması ile yabancı yatırımcıların Türkiye’ye yatırım yapmaya koşacakları ve bu sayede döviz dengesinin ve ekonomik büyümenin sağlanacağı iddia ediliyordu. Şimşek’in “liyakat sahibi” ekibiyle birlikte “rasyonel” politikalara geçmesi ile “altılı masa”yı destekleyen iktisatçıların çok büyük bir kısmı da hızla Şimşek politikalarını desteklemeye başladı.

Öte yandan, dünya ve ülke gündeminin ve içinde bulunduğumuz coğrafyadaki konjonktürün hızla değiştiği ve karmaşıklaştığı, muhalefetin oldukça ağır bir baskı altında olduğu koşullarda yaşıyoruz. Bu yoğunluğun da ekonomi politikası tartışmalarına izin vermediği düşünülebilir. Oysa geniş kesimlerin en acil ve yakıcı sorunları ekonomi alanında yoğunlaşıyor. Bugün geldiğimiz noktada yıllık enflasyon halen yüzde 35’in üzerinde seyrediyor. Çoğunluğun reel gelirleri ve satın alma güçleri düşmüş durumda. Çalışanların büyük çoğunluğu düşük ücretli işlerde çalışmak zorunda. Geniş işsizlik oranı rekor seviyelerde. Reel ücretlerdeki düşüş devam ediyor. Şirketler yüksek faizden, ihracatçılar TL’nin fazla değerli olmasından şikayet ediyor. Tıkanan büyüme, yeni teşvikler, vergi indirimleri, sübvansiyonlar ve ormanların, zeytinliklerin talana açılmasıyla canlandırılmaya çalışılıyor. Ancak geniş kesimlerin refahında yakın zamanda bir artış beklememize sebep olacak hiçbir emare yok ortada.

Tüm bunlara rağmen, Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarını tespit eden ve alternatif bir politika çerçevesini tartışmaya açan pek yok. Bunda yukarıda bahsettiğim neoliberal makroekonomi çerçevesinin bilimsel bir doğru olarak kabul edilmesinin payı oldukça büyük. Ancak, daha önce de belirttiğim gibi bu politika çerçevesinin çoktan sonuna geldik. Dünya ekonomisi büyük değişimlerin eşiğinde. Böyle geçiş dönemleri, aynı zamanda eski ezberlerin yıkıldığı, fırsatların ve risklerin arttığı dönemlerdir. Böylesi dönemlerde alternatif ekonomi politikalarının tartışılmasının önemi de artıyor. Önümüzdeki yazılarda bu konuyu tartışmaya açmaya çalışacağım.


Source link

editor's pick

latest video

Mail Icon

news via inbox

Nulla turp dis cursus. Integer liberos  euismod pretium faucibua