Nacho Sanchez Amor
- Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, “Barış sürecinin önemli bir girişim olduğunu düşünüyorum. Bu girişimde utangaç, çekingen adımların atıldığını gözlemliyorum. Bu fırsat penceresini boşa harcamamaları gerekiyor. Bu süreçte Avrupa Birliği’nin bir rolü yok. Ancak bizden istendiğinde, talep edildiğinde bu sürece dâhil oluruz” dedi.
- Bu sürecinin yalnızca Kürtleri değil tüm Türkiye halklarını ilgilendirdiğini kaydeden Amor, “Burada en önemli gelişme, Kürt tarafının başından beri bu süreci ülkedeki demokratik durumun genel bir iyileşmesiyle bağlantılandırmış olmasıdır. Bu mesele Kürtlerin değil, Türkiye’de yaşayan herkesin meselesidir” ifadelerini kullandı.
ERDOĞAN ALAYUMAT/İSTANBUL
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın ardından 12. Kongresi’ni yapan PKK’nin silahlı mücadeleyi sonlandırdığını ve kendini feshettiğini açıklaması, Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt meselesinde yeni bir sayfa açma ihtimalini yeniden gündeme taşıdı. Sürece yönelik umutların yeniden yeşerebileceğini kaydeden Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, “Şiddetin duracağına dair bir işaret varsa, bu her zaman iyi haberdir” dedi. Nacho Sanchez Amor; PKK’nin silahlı mücadeleye son verdiğini açıklamasıyla yeniden gündeme gelen barış süreci, hak ve özgürlükler üzerindeki baskılar, Türkiye’nin insan hakları karnesi ve Galatasaray Meydanı’nda 30 yıldır adalet arayan Cumartesi Anneleri’nin direnişi gibi birçok başlığı Yeni Özgür Politika Gazetesi’ne değerlendirdi.
PKK silahlı mücadeleye son verdiğini ve kendini feshettiğini açıkladı. Bu, Kürt sorununun çözümü açısından önemli bir gelişmeydi. Ancak Türkiye’de Kürtler başta olmak üzere diğer inanç ve halklar üzerinde ciddi baskılar ve hak ihlalleri devam etmekte. Türkiye bu anlamda hâlâ somut bir adım atmış değil. Bütün bu gelişmeleri siz nasıl görüyorsunuz?
Barış sürecinin ya da barış girişiminin -adına ne dersek diyelim- önemli bir girişim olduğunu düşünüyorum. Bu girişimde utangaç, çekingen adımların atıldığını gözlemliyorum. Ama şiddetin duracağına dair bir işaret varsa, bu her zaman iyi bir haberdir. Bizim yetkililerden ve Kürt taraftan talep ettiğimiz şey, somut adımlar atmalarıdır. Bu fırsat penceresini boşa harcamamaları gerekiyor. Somut adımlar atarlarsa – bu hükümet olabilir, devlet olabilir, Kürt hareketi olabilir, Meclis olabilir – o zaman bu süreç kendi içinde bir ivme kazanır.
Burada en önemli gelişme, Kürt tarafının başından beri bu süreci ülkedeki demokratik durumun genel bir iyileşmesiyle bağlantılandırmış olmasıdır. Kürt hareketinden gelen mesaj, “Bizim haklarımız” değildir. Türkiye’de yaşayan herkesin haklarıdır. Dolayısıyla sürecin, Türkiye’deki herkesin genel haklarının iyileştirilmesiyle bağlantılandırılması; Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik süreciyle de bağlantılıdır ve onu da hızlandırır. Bu süreçte Avrupa Birliği’nin bir rolü yok. Ancak bizden istendiğinde, talep edildiğinde bu sürece dâhil oluruz. Ama olup biteni de yakından takip ediyoruz. Sürecin ivme kazanması için umut taşımamız gerekiyor. Ülkenin tamamında demokratik durumun iyileşmesine katkıda bulunmak gerekiyor.
Kürt sorununun çözümüne dönük başlayan bu sürece AB’nin dâhil olması için gerek Kürt tarafı gerekse de Türkiye hükümeti sizden bir talepte bulundu mu ya da sizin böyle bir talebiniz oldu mu?
Bize barış sürecine katkı için gerek Kürt tarafından gerekse de Türkiye tarafından, rol almamız için bugüne kadar bir talep gelmedi. AB’den de her iki taraf için böyle bir talep olmadı. Ama süreci yakından takip ediyoruz.
Dünya örneklerini sormak istiyorum. Örneğin Birleşik Krallık, İspanya gibi ülkelerde benzer sorunlar vardı, çözüldü. Buradan yola çıkarak Türkiye’de sorunun çözümü için önerileriniz var mı?
Geçmiş dönemlere bakılırsa, sizin de söylediğiniz gibi çözüm örnekleri var. Biz İspanya’da yaşadığımız sorunu çözmek için birçok şey yaptık. Hem bilgece bir yaklaşım lazım hem tedbirli ve ölçülü olmak lazım. Biz İspanya’da şunu hiçbir zaman yapmadık: Bask halkıyla Bask bölgesindeki silahlı hareketleri birbirine karıştırmadık. Bask bölgesinde bir yandan silahlı çatışmalar devam ederken, biz Bask halkının haklarını ellerinden almak yerine; onlara dil ve kültürel hakları, kendi polis kuvvetlerine sahip olma, kendi medyalarına sahip olma, vergi toplama hakkı gibi çok geniş haklar tanıdık. Özerklik anlamında her şeyi verdik. Son derece kuvvetli özerk kurumlar kurmalarına izin verdik.
“Önce terör meselesini çözelim, ondan sonra bu hakları düşünürüz” demedik. Bask halkının şunu anlaması önemliydi: Bölgedeki silahlı hareketle onların kimliklerine dair haklar arasında bir bağlantı yoktu. Ama farklı krizler, farklı arka planlar vardı. Kürt lider Selahattin Demirtaş’la Edirne hapishanesinde konuştuğumda bu konuları konuşmuştuk. O da haklı olarak “Türkiye’deki durumla Bask bölgesindeki durum başka” demişti. Ama yine de oradaki sürecin bazı parçalarının incelenerek buraya faydası dokunabileceğini düşünüyorum.
Biraz da Türkiye ziyaretinizden konuşmak istiyorum. Her gelişinizde özellikle Galatasaray Meydanı’na gelerek Cumartesi Anneleri ile yan yana geliyorsunuz…
Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile ilgili raporu yayınlandıktan sonra, bunu sunmak için Türkiye’ye geliyorum. Ankara’da bununla ilgili çeşitli temaslarım oldu. Bununla birlikte İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) tutuklu başkanı Ekrem İmamoğlu’nu gördüm. Bazı insan hakları kurumları ve öğrenci temsilcileriyle buluştum. İmamoğlu’nun tutuklanmasından sonra başlayan protestolara katıldığı için gözaltına alınıp tutuklanan kişiler ve yakınlarıyla görüştüm. Ancak İstanbul’a geldiğimde eğer günlerden Cumartesi ise İnsan Hakları Derneği’ne gitmek, anneleri ziyaret etmek ve sonra da onlarla birlikte Galatasaray Meydanı’ndaki eylemlerine eşlik etmek Türkiye’de yapmayı en sevdiğim şeylerden biri. Bu gelişim, Cumartesi Anneleri’nin başlattığı eylemin 30’uncu yıl dönümüne denk geldi. Bu, benim onlarla 3’üncü kez meydana gelişim. Benim için her zaman onlarla buluşmak mutluluk verici olmuştur.
Cumartesi Anneleri’nin verdiği mücadeleyi ve yaşadıklarını buradaki yetkililere aktarıyor musunuz? Bunu aktardığınızda ne yanıt alıyorsunuz?
Açık konuşamıyorlar. Çünkü artık annelerin lehine verilmiş AYM kararları var. Dolayısıyla böyle bir atalet halindeler. Anneler hiçbir zaman sorun yaratmadılar. Geçmişte de her zaman barışçıl bir şekilde toplandılar. Geçmişte, şimdi Cumhurbaşkanı olan Erdoğan’la buluştuklarını hatırlatmakta fayda var. Bizim yetkililere mesajımız, normale dönülmesi. Normal olan da nedir? Onların buradaki haklarını istedikleri şekilde kullanabilmeleri.
İnsan Hakları Derneği’nde anneleri ziyaret ettiğinizde, “Onların talepleri ifade ve toplanma özgürlüğü değil, kayıplarının akıbetlerinin açıklanmasını istiyorlar. Talepleri budur” demiştiniz. Bu aşamada, annelerin meydanın açılması için mücadele verdiğini görüyoruz ama kayıplarıyla ilgili bir adım atılmış değil. Bu anlamda neler söylemek istersiniz?
Bu doğru ve kaygı verici. Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi bir toplanma özgürlüğü mücadelesine dönüştü ama işin esası bu değil. AYM bu hakkı destekleyen bir karar verdikten sonra işin normale dönmesi gerekiyordu. Yani Cumartesi Anneleri’nin gerçek mücadele konusuna odaklanmak gerekiyor. Bunun için de yapılması gereken şey; soruşturmaların iptal edilmemesi veya davaların zaman aşımına uğratılmamasıdır. Kayıpların bulunması için, başta arşivlerin açılması olmak üzere, etkili soruşturmaların yürütülmesi ve her şeyin yapılması gerekiyor. İkincisi de şu: Cumartesi Anneleri’nin yetkililerle buluşma ve randevu talepleri kabul edilmeli. Madem ki AYM buna işaret etmiş, meydandaki toplanma hakkını teyit etmiş, demek ki artık bir sonraki aşamaya geçilerek onlarla asıl taleplerine ilişkin görüşmeler sağlanmalı.
İnsan hakları, ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, basın özgürlüğü alanlarında gözlemlerinizi sormak istiyorum. Önceki ziyaretlerinizle bu ziyaretinizi kıyasladığınızda ülkede bu alanlarda bir gerileme mi, yoksa ilerleme mi gözlemliyorsunuz?
Maalesef iki ayrı raporda Avrupa Komisyonu şunu kaydetti: Özgürlükler konusunda ilerleme yok. Hatta son aylarda Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ve diğer bazı davalarla birlikte işler daha da kötüye gitti. Dolayısıyla raporda, “Üyelik sürecinin ilerlemesini sağlayacak herhangi bir durum yok” deniyor. Üyeliğe kabul süreci demokratik standartlarla bağlantılıdır. Ne ticaretle, ne göçle, ne askeri harcamalarla ne de güvenlikle hiçbir ilgisi yok. Burada mesele demokrasidir. Üyelik sürecinde Türkiye ilerlemek istiyorsa yapması gereken şey; demokratik standartları yükseltmek, bunu Meclis’te sergilemek ve insanların haklarını korumaktır. Bir oyunun kuralları nettir. Başka bir oyunun kuralları kullanılarak yol yürünmez. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin kuralları bellidir. Bunun yerine başka bir şey yerleştirmeye kalkmayın. Bugün ülkede her anlamda şartlar kötü görünüyor olabilir. En temel hak arama mücadelesinde bir sürü polis engeli de olsa, durumun düzeleceğini umuyorum. Ülkenizin normalleşmeye doğru ilerleyeceğini umut ediyorum.