İstanbul’un fethedilmesini teknoloji sağladı. O güne kadar kalesi olan herkes kraldı. Fatih Sultan Mehmet’in bizzat tasarladığı toplar sayesinde artık en kalın surların yıkılabileceği ortaya çıktı. Teknoloji bir çağı kapattı, bir çağı açtı. Birinci Dünya Savaşı’nda da başarıyı belirleyen ana unsurlardan biri teknoloji oldu. Bir facia ile sonuçlanmış olsa da İkinci Dünya Savaşı bir teknoloji örneği olan “atom bombası” ile bitti.

Bugün yaşadığımız dünyada ana yarışın yine teknoloji üzerinden yaşandığını görüyoruz. Her iki savaşta da en önemli savaş araçlarından birisi olan tanklar, bugün dronlara karşı savunması olmayan bir araç haline dönüştü.

Bu teknolojik dönüşümde Türkiye’nin ne yazık ki kaçırdığı paradigma değişimleri de oldu. Örneğin otomobilin icadı, matbaaya geçiş kaçırılan büyük dönüşümler arasında yer aldı.”

Bu sözlerin sahibi olan Bilişim Vadisi Genel Müdürü Erkam Tüzgen’e hak vermemek mümkün değil. Üstelik teknolojin yoksa başkasına muhtaç kalmak da bir zorunluluk. Ancak riskleri de var. İşte birinci büyük savaş öncesi İngiltere’nin parası ödenmiş Reşadiye ve Sultan Osman savaş gemilerine el koyarak siparişi teslim etmemesi, en büyük ders olmalı. Biraz bugünkü F35 olayı gibi.

Teknoloji üretmek için Ar-Ge zaruri. Bugün Türkiye’de 106 teknokent var. Bu merkezlerde çalışan firma sayısı 11 bin 700 civarında. 2001’den bu yana geçen 24 yılda çalışan sayısı 105,3 bini Ar-Ge elemanı olmak üzere 121,2 bin kişiye ulaştı. Bugüne kadar 67,1 bin proje tamamlandı, 16,5 bin proje ise sürdürülüyor. 2001’de yıllık yerli patent başvuruları 357 iken, 2010’da 3 bin 250’ye, 2020’de 8 bin 200’e, 2024’te ise 10 bin 186’ya çıkması neyi gösteriyor.

Bugün İsrail ile İran arasında süren ürkütücü füze savaşı, nokta hedeflere nokta vuruşlar becerisi tarafların kazanılmış teknolojik düzeylerini de gösteriyor. Peki biz, 67,1 bin Ar-Ge projesi ve 10 bin küsur patent başvurusu ile ne kazandık?

Bu noktada 700 kadar firmanın çalıştığı Bilişim Vadisi’ni yöneten Erkam Tüzgen, teknoloji yarışındaki zorlu yolu ve ne kazandığımızı şöyle anlatıyor: “Bizi birtakım büyük değişiklikler bekliyor. İnsansız uçaklar, insansız otomobiller, yapay zeka, robotlar… Hatta bugün yapay zeka, robotik vesaire teknolojilerin nereye gideceğini öngörmemiz bile kolay değil. Yapay zeka ile birileri bir şeyler yapacak. O yapılanları gördüğümüzde yeni hayaller kuracak, üzerine yeni şeyler inşa edeceğiz.

Gaz lambasının yerini alması için elektrik icat edilirken, “Hadi televizyon yapalım, internet yapalım, uzaya uydu gönderelim” gibi hayaller yoktu. Ama o elektrik sayesinde bir şeyler üretildikçe yeni fikirler doğdu. O yeni fikirler, daha yeni fikirlerin doğmasına vesile oldu. Yoksa sadece elektriği düşünerek, elektriği görerek bir insanın cep telefonunu hayal etmesi çok da mümkün bir şey değildi.

Biz, ana stratejimiz Milli Teknoloji Hamlesi vizyonunu hayata geçirmek. Aslında Milli Teknoloji Hamlesi’ni hayata geçirecek olan biz değiliz. Bunu girişimciler, teknoloji geliştiricileri, Ar-Ge mühendisleri yapacak. Biz ortamı sağlayacağız.

Bu süreçte Türkiye’nin en büyük gücü; genç, iyi yetişmiş, dinamik nüfusu olacak. Türkiye’de daha üniversiteye gelmeden proje yapmış yüz binlerce gencimiz var. Ayrıca iyi üniversitelerde, iyi yetişmiş, çok sayıda gencimiz var. Dolayısıyla iş yapmayı, takım kurmayı, bir işi uçtan uca tamamlamayı, fikir geliştirmeyi, o fikri sunmayı bilen, çok sayıda gencimiz var.

Asıl önemlisi zihinsel dönüşümün başarılması. Bunun ilk adımı atıldı. Başta savunma sanayi olmak üzere birçok alanda ‘yapabilme’ örnekleri somutlaştı. Artık öğrenilmiş çaresizliğimiz ya da öğretilmiş çaresizliğimizi aşıp, “En iyisini biz yaparız” aşamasına geldik. En önemli kazanım bu…

 



Source link