Her sabah uyandığımızda bir yenilikle karşılaşıyoruz. Dün mucize dediğimiz şey, bugün sıradan; bugün ütopya sandığımız şey, yarın cebimizde. Bilim ve teknolojinin gelişme hızı öyle bir noktaya geldi ki artık “yetişmek” değil, “anlayabilmek” bile büyük mesele. Peki bu baş döndüren ilerleme, insanlığın sorunlarını çözüyor mu, yoksa onları yeniden mi şekillendiriyor?

Yapay zekâ, genetik mühendisliği, kuantum bilgisayarlar, Mars’a koloni planları… Bunlar artık bilim kurgu değil, gerçek. Ancak bu gelişmelerin yanında dijital uçurum, veri güvenliği, mahremiyet ihlalleri ve etik sorunlar da hızla büyüyor. Bilimin sınırları genişlerken, insanın sınırları daralıyor gibi. Bilgimiz artıyor ama bilincimiz aynı oranda derinleşiyor mu?

Bundan yirmi yıl önce telefonlarımız sadece arama yapar, mesaj atardı. Bugün cebimizdeki cihazlar, bizi izleyen, analiz eden ve hatta kararlarımızı etkileyen küçük yapay zekâlar hâline geldi. Sosyal medya algoritmaları hangi haberleri göreceğimize, hangi ürünleri satın alacağımıza hatta bazen ne düşüneceğimize karar veriyor. Yani teknoloji artık yalnızca bir araç değil; bir aktör, bir yönlendirici.

Peki ne yapmalı? Öncelikle bilimsel gelişmeleri körü körüne kutsamamalı, her yeni icadın toplumsal ve etik sonuçlarını da hesaba katmalıyız. Sorgulamalı, tartışmalı, gerekirse yavaşlamalıyız. Çünkü insan eliyle yapılan hiçbir şey, insanın önüne geçmemeli. Aksi halde, teknolojinin efendisi değil, kölesi oluruz.

Bilim ve teknoloji bize daha iyi bir dünya vaadi sunuyor. Ama bu vaat, ancak insan onurunu, doğayı ve adaleti merkeze alarak gerçek olabilir. Aksi hâlde, elimizdeki bilgi güç değil, yıkım getirir.

Unutmayalım: Teknoloji ne kadar akıllı olursa olsun, onu kullanan biziz. Soru şu: Akıllı makinelerle yaşarken, biz insan olarak yeterince bilinçli miyiz?



Source link