- Tarihin şimdi tam da o anındayız; İsrail/İran geriliminin açık çatışmaya dönüştüğü noktadan itibaren Ortadoğu’da hiç bir şey eskisi gibi olmaz. Bu sürecin mutlak kaybedenini kestirmek bugünden çok kolay değil.
Çok uzun bir süredir İsrail’in de içinde olduğu bir koalisyonun İran’a askeri bir müdahalede bulunacağı konuşuluyordu; kimileri bunu bir şehir efsanesi olarak değerlendirirken, bazıları ise bütün bölge halklarını kaçınılmaz sona hazırlıklı olmaları konusunda uyarıyordu.
Nihayet çok istemesek de tarihin şimdi tam da o anındayız; İsrail/İran geriliminin açık çatışmaya dönüştüğü noktadan itibaren Ortadoğu’da hiç bir şey eskisi gibi olmaz. Bu sürecin mutlak kaybedenini kestirmek bugünden çok kolay değil, fakat bu iki güçten biri mutlak olarak kaybedecek, bu saatten sonra bunun ortası yok.
Türk dış politikası sürekli ortayı bulma üzerinden kendini konumlandırıyor, fakat onlar da artık bir çok sorunda ortanın bulunma olanağının kalmadığı bir noktaya geldiklerini sanırım anlamış durumdalar.
İsrail’in varlığı objektif olarak başında kimin olduğundan bağımsız İran’ı tehdit eder. Bunun tersi de doğru, İsrail’in başında Netanyahu veya İran’ın başında Ali Hamaney olmasa da bu iki ülke yine de çatışmanın eşiğine geleceklerdi.
Çok iddialı olacak ama ben bu çatışmaların bu saatten sonra birilerinin araya girerek durdurabileceği türden olmadıklarını düşünüyorum; muhtemelen tıpkı Rusya/Ukrayna savaşı gibi yıllara yaygın bir savaş burnumuzun dibine kadar geldi ve hem savaşın kendisi hem de sonrasında ortaya çıkacak gelişmeler hepimizi yakından ilgilendiriyor.
Kimileri İsrail’in İran’ın nükleer silah elde etmesini İran’a karşı bir saldırı başlatabilmek için bahane ettiğini öne sürüyor. Halbuki bu doğru değil; gerçekten de İran’ın nükleer bir güce dönüşmesi İsrail için kabus senaryosudur.
Şöyle ki; nükleer silahların yanıcı, yakıcı ve radyoaktif etkisi vardır, sadece patlatıldıkları bölgede değil, hava olaylarının etkisi ile çok geniş bir bölgeyi uzun bir süre yaşanılamaz hale getirebilirler. Halbuki konvansiyonel silahların etkisi yereldir, yani sadece patlatıldıkları bölgede etkili olurlar!
İsrail 9 milyonluk nüfusu ile nispeten küçük sayılabilecek bir toprak parçasında kurulmuş bir devlettir ve bu yönü ile olası bir nükleer saldırı İsrail’in sonu olur. En başta ABD olmak üzere hiçbir ülke nükleer bir İran’ın İsrail’e nükleer bir saldırı düzenlemeyeceğinin garantisini veremez.
İşte İsrail tam da bu nedenle her ne pahasına olursa olsun İran’ın nükleer bir güce dönüşmesini istemez ve ne pahasına olursa olsun bunu engellemek ister. “Ayrıca İran neden ısrarla nükleer bir güç olmak istiyor?” Bu sorunun sadece bir tane cevabı var; İran’daki rejim bu yolla kendini güvenceye almak istiyor. İran’da devleti elinde tutan yönetim biliyor ki; nükleer silahlar hem içeride hem de dışarıda onları düşmanlarından koruyacak.
Yani bence burada İsrail İran’ın nükleer bir güç olma ihtimalini tek başına bir savaş bahanesi haline getirmeye çalışmıyor, gerçekten İran’ın nükleer bir güç olmasını engellemeye çalışıyor.
İran’ın yüz ölçümü 1 milyon 648 bin 195 kilometrekare, buna karşılık İsrail ise 20 bin 270 kilometre karelik nispeten çok küçük sayılabilecek bir toprak parçası üzerinde kurulmuş bir devlet. Bu kadar küçük bir toprak parçasında kurulu bir devlet olası bir nükleer saldırıdan sağlam çıkamaz.
Bu koşullarda İsrail sürekli Ortadoğu’da sorunlarını savaşla çözmeye çalışan bir ülke pozisyonundan çıkıp, barışı teşvik eden bir pozisyona gelmelidir. Halbuki İsrail tam tersini yapıyor. İsrail’in sorunları savaş ve şiddetle çözme siyaseti nükleer silahlar da dahil genel olarak silahlanmayı bölgede hızlandırıyor. Bu siyasetin kendisi bizzatihi İsrail’in güvenliğini tehlikeye atan en önemli faktör olmaktadır…
Bölgenin ihtiyacı olan şey daha fazla silahlanma ve çatışma değil; barış ve demokrasidir.